Yazıma ömrünü Şehitlere ve Şehitliklere adamış kıymetli hocam Bünyamin Nami TONKA’ nın derslerimizde zihnimize kazıdığı“Çanakkale’yi anlamayan, Türk tarihini anlayamaz.” sözüyle başlıyorum. 18 Mart 1915… Bu tarih, sadece askeri bir zaferin değil, imanın, fedakârlığın ve şehadet aşkının yazıldığı bir destandır. Çanakkale’de savaşan Mehmetçik, yalnızca topa, tüfeğe karşı koymadı; küfrün, zulmün ve sömürünün karşısında dimdik durdu. Onların silahı sadece süngüleri değil, imanlarıydı. Düşmanın koca koca zırhlıları vardı, fakat bizim “Allah-u Ekber” nidalarıyla cepheye koşan vatan evlatlarımız vardı. İngilizler ve Fransızlar, teknolojiye, sayıya ve güce güveniyorlardı. Ancak unuttukları bir şey vardı: Zaferi tayin eden, silah değil, inançtır. *Cevat Paşa ve Nusret Mayın Gemisi: “Çanakkele GEÇİLMEZ”* Savaşın kaderini değiştiren anlardan biri, Cevat Paşa’nın ferasetiyle döşenen mayınlardı. Nusret Mayın Gemisi, 7-8 Mart gecesi, sessizce, dualar eşliğinde, adeta bir ibadet gibi görevini yerine getirdi. Sabaha karşı boğaza döşenen 26 mayın, sadece demir yığınlarını değil, küstahlığı ve kibri de boğazın sularına gömdü. 18 Mart sabahı, devasa düşman gemileri Çanakkale’yi geçmek için yola çıktığında, Osmanlı ordusu kadar, bu milletin duaları da semaya yükseliyordu. Deniz dualarla, tekbirlerle yankılanıyordu. Cevat Paşa’nın, “Allah’ın yardımı inananlarla beraberdir” diyerek komuta ettiği bu savunmada, düşman hiç beklemediği bir güçle karşılaştı. Gururla ilerleyen Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları, beklenmedik bir şekilde infilak etti, denize gömüldü. Inflexiable, Gaulois, Suffren, Agememnon ise ağır hasar aldı. O an, yalnızca savaşın değil, kibirle gelen istilacıların mağlubiyetiydi. Çanakkale’nin denizden geçilmeyeceği artık tarihe kazınmıştı. Şimdi de Unutturulmaya çalışan Koca Seyit’imize kulak verelim.“Kilitbahir Mecidiyesi’ndeki uzun 24’lüklerin üçüncü topunda idim. Bir kere mermiyi kucaklayacak oldum, yağlı olduğundan elimden kaydı. Elimi biraz topraklayarak bir dizimi yere koydum ve mermiyi sırtladım. Merdivenleri ilk defa nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Gene aşağıya atlayarak 2., 3., 4. mermileri sıra ile taşımaya başladım. Aslan topumuz gürlemeye başlamıştı. 4. mermiyi attıktan biraz sonra idi, Gonca Suyu tarassut mevkisi, iki mermimizin isabetini bildirmişti. Bu haberi de duyduktan sonra bana gülleler, ufak bir saman çuvalı kadar yenik (hafif) geliyordu. Sanki denizin üzeri yanıyordu. Sağda solda iki gemi, kara dumanlar ve kızıl alevler içinde yana yana batıyordu.” *Mustafa Kemal ve Mehmetçik: “Şehadet Bizim İçin Bir Lütuftur”* Denizde ilerleyemeyen düşman, karadan şansını denedi. Ama karşısında imanı kalkan, şehadeti ödül bilen bir ordu vardı. Anafartalar’da, Conkbayırı’nda, Arıburnu’nda Mustafa Kemal ve kahraman askerleri, dünyaya eşi benzeri görülmemiş bir cesaret dersi verdi. Bir askerin iman dolu göğsü, düşmanın toplarına siper oldu. O unutulmaz an geldiğinde, mermisi tükenmiş Mehmetçik, süngüsünü takıp düşmana yürüdü. O an Mustafa Kemal’in sesi, zamanın ve mekânın ötesinden yankılandı: “Ben size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum!” Bu emir, bir askeri taktik değil, bir iman şahlanışıydı! O anda asker, ölmeyi bir korku olarak değil, bir lütuf olarak gördü. Çünkü bu vatan toprağı, şehitlerin kanıyla sulanırsa vatan olurdu. Ve Mehmetçik, o gün canını vererek vatanını sonsuzluğa mühürledi. Çanakkale: “Bu Topraklar Şüheda Fışkıran Yerdir” Çanakkale’de kazanan, sadece Osmanlı ordusu değil, iman ve vefa ruhuydu. Dünyanın en güçlü devletleri, en büyük donanmaları, en modern silahlarıyla geldiler ama bir şeyi unutmuşlardı: “Ne top, ne tüfek; Allah’tan gelen takdir değişmez!” Bugün özgürsek, ezanlarımız minarelerde yankılanıyorsa, bu zaferi kanlarıyla kazanan şehitlerimize borçluyuz. Unutmayacağız, unutturmayacağız. Çünkü Çanakkale yalnızca geçmişin zaferi değil, geleceğe bırakılan en büyük emanettir. Ve biz biliyoruz ki: *Çanakkale Geçilmez!* Ruhları şad, makamları cennet olsun!