İnsan, yalnız yaşamak için yaratılmamıştır. Bir çift gözün bakışıyla ısınır içi, bir omuz arar yaslanmak için… Zor zamanlarda bir ses duymak ister: “Buradayım.” İşte o ses, o dokunuş, o varlık; dostluktur. Ve dostluk, yalnızca birlikte gülmek değildir. Asıl dostluk, fırtına koparken aynı yerde siper olmaktır. Bunun adı vefadır.
Vefa; bir arkadaşın gülüşünde yıllar öncesinden bir anıyı hatırlamaktır. Hiç konuşmadan anlaşmaktır. Gözlerin dolduğunda seni ilk fark eden kişiyle kurulan bağdır. Unutmamak değil yalnızca, unutulmamayı hak edecek kadar sevmektir.
Herkes giderken yanında kalandır dost. Ve vefalı dost, sen unutsan bile seni hatırlayandır.
Ahde vefa, Türk edebiyatının damarlarında akan kadim bir sestir. Yahya Kemal Beyatlı, yıllar sonra döndüğü İstanbul’da “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” derken şehre olan vefasını haykırır. O şiir yalnızca bir manzara betimlemesi değil, bir hatırlayış, bir iç çekiştir. Zira insan, sevdiğine karşı mesafede olsa bile, kalbinde taşıdığı sadakatle bağlıdır ona.
Sezai Karakoç’un “Monna Rosa”sında adı anılan her çiçek, belki de geçmişte bir tebessümün, bir bakışın, bir vuslatsız sevdanın izi olarak kalmıştır. Bu izleri sürmek, geçmişe sadakat göstermek değil midir?
Hüzünle dolu satırlarında Sabahattin Ali de vefayı arar. “Başın öne eğilmesin, aldırma gönül aldırma” derken, her kırgın kalbe bir teselli sunar. Çünkü bazen vefa, bir dostun yıkılmasın diye tuttuğu omuz, düşmesin diye uzattığı eldir.
Ve belki de en dokunaklısı, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket isterim” dizelerinde gizlidir vefa. O, sadece bir toprak parçasına değil, huzura, kardeşliğe, merhamete duyulan özlemin bir ifadesidir. Bu özlem, geçmişe, insanlığa, hatta insanın kendine olan vefasıdır.
Bugünün dünyasında hızla unutulan, kolayca vazgeçilen ilişkiler içinde vefa, en çok da hatırlayanların omzunda taşınır. Bazen yaşlı bir annenin elini öpmekte, bazen bir dostun doğum gününü unutmamakta, bazen bir öğretmeni yıllar sonra hatırlayıp aramakta gizlidir.
Vefa; mezar taşlarında kalmaz, kalplerde yaşar. Çünkü gerçek vefa, karşılık beklemeden sevmektir. Ve hatırlamak… her şeyin ötesinde bir kalp borcudur.
Necip Fazıl der ya:
“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik…
Zaman bendedir ve mekân bana emanettir şuurunda bir gençlik.”
O gençliğin en büyük gücü, sadakatle birbirine omuz vermeyi bilmesindedir. Çünkü dost dediğin bir aynadır, seni senden daha iyi görebilendir. Vefa ise, o aynayı kırmamak; zamanın eskitemediği bir kalbi koruyabilmektir.
Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sında geçen o tarifsiz yalnızlık, bir dost eli değmediği için bu kadar koyar insana. Çünkü en çok da dost yoksunluğu üşütür kalbi. O yüzden bazen, bir arkadaşın içten bir “Nasılsın?” sorusu, dünyanın en güzel cümlesi o
Bir insanı hatırlamak kolaydır; ama onu unutmamayı seçmek, ona kalbinde yer açmak, onun yükünü sırtlanmak… İşte gerçek vefa budur.
Ve bazen, en güzel dostluklar tek bir cümleye sığar:
“Ben buradayım. Yanındayım”
Çünkü vefa,hatırlanmaktır.
Kalbinin derinliklerinde, bir dostun yeri varsa; işte orası sığınılacak yerdir.
Ve unutma: Vefa, yoldaşını yolda bırakmamaktır.
Bir dostu ömürlük sevebilmektir.
Selam olsun vefalı dostlara…