Toplumsal Yozlaşma « Kamudan Ajans

SON DAKİKA

Toplumsal Yozlaşma


Web Banner

2020 yılında Mardin ili Kızıltepe ilçesinde, İsviçre’de yaşayan O. Ç. adlı şahıs, akrabalarını ziyarete geldiğinde, 17 yaşındaki yeğenine tecavüz ettiği için tutuklanmıştı. 2021 yılı Ocak ayı içerisinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Serbest bırakıldığında, cezaevinin kapısında akrabaları davul ve zurna ile bu kişiyi karşıladılar. Bir genç kızın hayatını mahveden, altüst eden bir şahıs, yine akrabaları tarafından törenle karşılanması ne anlama gelir? Toplumsal çürümenin, yozlaşmanın kanıtı mıdır? Bu olayı gazetede okuduğumda, yıllar önce yaşanan bir olay aklıma geldi. Memleketimizde, rahmetli babamın ikamet ettiği mahallede yüz kızartıcı bir olay yaşanmıştı. 17 yaşındaki bir erkek çocuk, 6 yaşındaki bir erkek çocuğa fiili livatada bulunmuştu. Suçu ispatlanınca yargılanmış ve cezaevine girmişti. Cezaevinden çıktığında komşularımız toplanıp bu kişiye geçmiş olsun, demek için ziyaret etmişlerdi. Mahallenin camisinin avlusunda konuyu duyan babam, ziyarete gidenlerin yüzüne tükürmüş, size yazıklar olsun, demişti. Bazı komşularımız ne yapalım, cezaevinden çıkana geçmiş olsuna gidilir, şeklinde gayet yoz ve basit bir dille kendilerini savunmuşlardı.

Bir iş yerine sekreter olarak alınan iki çocuk annesi, evli bir hanımefendi, patron tarafından üç ay çalıştırıldıktan sonra “performansı iyi bulunmadığı” için işten çıkarılmıştı. Hanımefendi ile yaptığım görüşmede, üç aylık deneme süresi olacağı ve bu süreçte maaş ödenmeyeceği belirtildi. Ben de kabul ettim. Üç ay içerisinde verilen her işi yaptım. Üç ay içerisinde sürekli tacize maruz kaldım. Patronun isteklerini yerine getirmediğim için, işten çıkartıldım. Bu arada herhangi bir ödemede yapılmadı. Patronun personel istihdam etme politikası buymuş. Önce “deneme süresi” bahanesiyle işe alır, sonra da tacizde bulunur, karşı çıkanları işten çıkarırmış. Böylece sekretarya hizmetlerine herhangi bir ödeme yapmadan işlerini yürütürmüş. Konu hakkında daha önce aynı iş yerinde çalışan kişilerle görüştüm. “Maalesef durum bu. Yapacak bir şey yok.” dedi.

Sokaktan bulduğu köpeği, çok fazla ekmek yediği için iple ağaca bağlayan ve 9 saçma ile öldüren şahsın, kan donduran haberini okudum. Köpeğe ekmekten başka hiçbir şey verilmediğini öğrendim. Bu yüzden, sofradan artan, küflenmiş ekmekler, köpeğe veriliyordu. Bu zavallı hayvan, hasta ruhlu bir kişi tarafından hunharca katledildi. Ne çabuk bu hale geldik. İnsanlığımızı, değerlerimizi nasıl da kaybettik.

Başka bir gazete haberinde, “Kahvaltın hazır, haydi kalk.” diye uyaran karısının ve çocuğunun üzerine kaynar su döken bir koca haberi okuduk.” Haberi okuduğumda insanlığımdan utandım. Bir eş, eşine ve çocuğuna bu zulmü nasıl yapabilir? Onları nasıl yakarak öldürmeye teşebbüs edebilir? Bu durum bireysel yozlaşmanın mı yoksa toplumsal çürümenin mi bir sonucu?

Her gün eşi tarafından bıçaklanan, kurşunlanan, çocuklarının gözünün önünde hunharca öldürülen kadın haberlerini okumak ruh sağlığımızı bozsa da, bu aşamaya nasıl geldiğimizi sorgulamak da gerekir. Öncelikle kırsaldan kent kültürüne geçen, geçiş toplumu özelliği taşıyoruz. Bu durum, geçiş toplumlarında sıkça görülen bir durumdur. Kırsala ilişkin davranış örüntüleri kazanmış, kentte yaşamaya başlamış, kent kültürüne ait davranış örüntüsü kazanamamış bireylerin ortak davranış örüntüsüdür.

Kırsalda sosyal denetim mekanizmaları, mahalle baskısı vardır. Hatalı davranış sergileyen kişiler, sosyal çevre tarafından uyarılır ve tecrit edilir. Bu denetim mekanizmaları, bireylerin davranışlarını sınırlamada ve engellemede etkili olur. Kuralları tam öğrenemeyen ya da içselleştirmede sorun yaşayan bireyler, şehir yaşamına intikal ettiklerinde sosyal denetim mekanizmalarından kurtulur. Bu aşamada güçlü yasal süreçler yoksa vicdanıyla baş başa kalır. Bu durum suç işlemede ya da suç işleyip örtbas etmede etkili rol oynamaya başlar. Sevgilisini önce öldüren, sonra testere ile parçalara ayıran, daha sonra yakan, yaktığı cesedi aile bireyleri, arkadaşları ile gömmeye çalışan kişiler türemeye başlar.

İlkokuldan itibaren notla değerlendirdiğimiz, önce lise giriş sınavları, akabinde üniversite sınavı, daha sonra KPSS, ALES gibi sınavlarla yarış atına çevirdiğimiz çocuklardan vicdanlı ve ahlaklı olmalarını beklemek biraz haksızlık olmaz mı? Öğrenmeye odaklaşıp, değerlerle eğitemediğimiz, etik değerleri üst değer olarak veremediğimiz, sınav başarısına odaklaşıp, toplumun ahlaki değerlerini aktaramadığımız çocuklar, yetişkin olduklarında cani davranışlar sergilediğinde neden şaşırıyoruz? Bu toplumsal yapı ve “test ile tost” arasına sıkışan eğitim sisteminden başka ne beklenebilir?

Değerler eğitimini haftalık periyotlarla vermeye çalışmak, her hafta bir değeri alıp işlemek etkili bir öğretim yöntemi midir? Burada bilmemiz gereken durum, dersle değerin kazandırılamayacağı gerçeğidir. Değerler, değerlerin yaşandığı, habitatının olduğu ortamlarda kazandırılır. Okulda değerleri yaşatmak, ailede, çevrede değerleri yaşatmak, sosyal çevrede değerleri yaşatmakla öğretilir. Otobüste yaşlı ve hamilere yer vermek, başkalarının özel alanını ihlal etmeden oturmak bir değerdir. Çocuklar bu değerlerin yaşandığı sosyo-kültürel çevrede etkileşim halinde öğrenirler.

Bu hafta içerisinde bir iş yerine iş başvurusu yapan bir kişinin paylaşımı dikkatimi çekti. Başvuru yaptığı iş yerinden ayrılırken kendisine bir zarf verilir. Zarfın içerisinden 50 TL para ve bir kâğıt çıkar. Kâğıtta şunlar yazmaktadır: “…. kültürü gereği, iş görüşmesine gelen adaylarımızın iş başlangıçları henüz kesinleşmediğinden, yük olmamak adına ulaşım giderlerini karşılamak isteriz. Bu gününüzü bize ayırdığınız için teşekkür ederiz.” Bu örnek olay iş ahlakını, erdemi ve kaliteyi gösterir. Bir tarafta üç ay çalıştırıp, taciz ettiği personele bir kuruş ödemeyen patron, diğer tarafta iş başvurusu için gelen şahsın yol masrafını karşılamaya çalışan başka bir patron. Değerler, iyi örneklerle kazandırılır. Sorun, sosyal çevre, televizyon kanalları ve sosyal medyanın, değerlere meydan okuması ve değerleri yok etmek için çaba sarf etmesidir.

Televizyon dizilerinde mafyacılık oynayan, milyar dolarlara sahip fakat karanlık işler yapan, birbirine sadakatsiz davranışlar sergileyen iş insanları, şantaj, şiddet ve kanunsuzluğun yoğun yaşandığı programları izliyoruz. Bu diziler ya da programlar reyting rekorları kırıyor. Çocuklar rol model olarak bu dizilerin kahramanlarını alıyor. Sonra da bu ülkede bilimin, sanatın ve sporun neden gelişmediğini sorguluyoruz. Nasıl gelişsin? Bu ülke gençliğinin yüzde kaçı Cahit Arf’ı, Uğur Şahin’i, Aziz Sancar’ı, Mehmet Akif’i, İbni Sina’yı tanır? Neden okusun ya da neden tanısın? Revaçta olanlar bilim insanları değil? Gazete bulmacası çözerken bile dizi oyuncularının adı, soyadı sorulmuyor mu?

Sonuç olarak toplumda bir çürüme, bir yozlaşma, bir özden kopuş, bir yabancılaşma yaşanmaktadır. Eğer tedbir alınmaz, çözüm üretilmezse, karısını öldüren şahıs cezaevinden çıkarken kutlama programları yapılabilir, anne-babasını öldüren caniye ödül programları düzenlenebilir. Sapığın kutsandığı, ahlaksızın ünlü olduğu, çalıntı malın servet ile anıldığı bir toplum, çöküşün eşiğindedir. Değerler evrensel kimlikle kazandırıldığı gibi, milli kimlikle de zenginleşmesi, din ile de güçlendirilmesi gerekir. Sattığı kuruyemişi koyduğu kese kâğıdının boşunu, gramların bulunduğu kefeye koyan esnaf, kul hakkı yemekten imtina ederken, iyi örnek olma özelliği de gösterir. Odunu sobaya atmadan önce, odunun içinde böcek varsa çıksın diye, odunları birbirine vurarak haber veren kişi de iyi örnek sergiler. Bu iyi örnekler doğru öğrenmeleri, yanlış örnekler de yanlış öğrenmeleri pekiştirir. Yapmamız gerek sosyal çevrenin doğru örneklerini arttırmak, doğru örnekleri yaşam biçimi haline dönüştürmektir.

Prof. Dr.Necati CEMALOĞLUhaber@hotmail.com
Web Banner
Web Banner