Teşkilatın Ağabeyi Hanefi Çolak, gelinen bu noktada üyelerin, olaylar ve olgular karşısında sessiz kalma gibi bir lükslerinin kalmadığını, elini taşın altına koyarak sendikaya sahip çıkmaları gerektiğini vurguladı. Teşkilat öncüsü tarafından, yine çok okunacak, sendikal gündemi belirleyecek ve çarpıcı tespitlere yer verilen bir yazı kaleme alındı.
Sendika üst yöneticilerinden bazıları yeni umutlara ulaşmak için Kuşadası’nın zirvesine çıkmaya başladıklarında bir abileri olarak, Ali Yalçın ve ekibini: “Gittiğiniz yol, yol değil; tuttuğunuz iş, iş değildir. Tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan bu yer, sizi iflah etmez.” sözlerimizle uyardık. Ancak güç zehirlenmesi gözlerini öyle karartmıştı ki uyarılarımızı dikkate almak yerine bizim sendikadaki görevimizi bitirdiler. Şimdi anlaşılıyor ki aslında bitirilen bizim görevimiz değil, sendikamızın değerleriydi. Artık bu saatten sonra bu fütursuzluğa vesile olanlar ne söyleseler boştur. Çünkü bu konu kamuoyuna mal olmuştur. Bağımsız Yargımız ve İdari makamlarımız, kamu yararı adına ve 86 milyonun vicdanını rahatlatacak bir karar vereceklerine dair inancımız tamdır.
Günün sonunda Hanefi Çolak, teşkilatta, toplumda ve devlette itibar görürken; işi kitabına uydurarak hazine arazisine çökenler ise teşkilatın yüzüne bakamaz hale geldiler. Kamuoyunda saygınlıklarını ve devlet nezdinde itibarlarını kaybettiler. Şimdi kamuoyuna soruyoruz: Geldiğimiz bu noktada kaybeden Hanefi Çolak mı yoksa onlar mı?
Akif Hoca 1992 yılında sendikayı kurduğunda Türkiye’deki sendika ezberini bozdu. Sendikamız sadece ücret sendikacılığı yapmayan ilkesel bir sendikadır. Yani kuruş değil duruş sendikasıdır. Bu bağlamda üç temel amacı vardır: Birincisi çalışanların ekmeğini büyütmek, ikincisi ülkemizi büyütmek ve üçüncüsü dünya mazlumlarını güldürmektir.
Ali Yalçın ve ekibinin sendikamızı nasıl kurucu değerlerinden uzaklaştırdığını kısaca görmeye çalışalım. Toplu sözleşme masalarında sergilediği çelişkileriyle, yarım ve bir puanlık artış oranlarına atılan imzalarla emekçileri ve emeklileri hayal kırıklığına uğrattı. Üyesi kaybederken kendileri kazanmaya devam ettiler. Tüzük değişikliği ile maaşlarını astronomik rakamlara çıkartarak açıklamadıkları maaşlarıyla kendi ceplerini doldurdular. Kurdukları yedi ayrı kooperatif marifetiyle gayrimenkullerine yenilerini ekleyerek yakınlarının üzerindekilerle birlikte açıklamadıkları mal varlıklarına sahip oldular.
Mazlumların yüzünü güldüreceklerine söz veren seçilmiş kadro! Kendi çocuklarının yüzlerini güldürdü. Çocukları ya kooperatif başkanı oldu ya üniversitelerde araştırma görevlisi oldu ya da Mehmet Akif İnan Vakfında işe yerleştirildi. Milletin çocukları ise ya gece gündüz çalışarak aldıkları KPSS puanlarıyla atama sırası bekliyor ya da kapı kapı dolaşarak iş arıyor. Anne ve babalar, çocuklarının harçlık istemeye çekindiklerini bildikleri için onlar uyurken gizlice ceplerine ve çantalarına harçlıklarını koyuyorlar.
Sendikacılık; kurum yöneticileriyle boy boy fotoğraf vermek değildir, plazanın 20. katında konforlu odalarda klavyeden sosyal medya platformlarına laf kalabalığı yapmak da değildir, sözüm ona teşkilat buluşmaları! Düzenleyerek 2.000 lider kadroya kendisini alkışlatarak şov yapmak hiç değildir.
Diyeceksiniz ki; “Adam Ankara’da 20.000 memurla eylem yaptı. Daha ne yapsın!” Eee… Sonuç ne oldu. Sendikanın örgütsel gücünün çarpan etkisi masaya yansıdı mı, hayır! Memurun cebine yansıdı mı, hayır! İstese de yansıtamazdı. Çünkü sendikacının arkasında bir dosyası var ise mücadeleyi yükselttiğinde o dosya önüne konulur. İşte bu nedenledir ki eylemler ve söylemler göstermelikten öte gidemedi. Sendikacılık öncelikle samimiyet ister ve bir duruş ister. Sendikacılığın nasıl yapılacağını kurucu irade: “Her eylem yeniden diriltir beni. Nehirler düşlerim göl kenarında.” sözleriyle bizlere öğretmiştir. Sendikamızı rant ve zenginleşme aparatına dönüştüren bir avuç menfaatperest; sendikamızı, davamızı ve mahallemizi beş para ettiler.
Milli Eğitim Bakanlığımızın Talim ve Terbiye Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Nezir Gül 26 Temmuz 2025 tarihinde Rahmetli Kurucu Genel Başkanımızın kızı Saygıdeğer Banu Hanımefendiyle yaptığı röportajda, en çok üzüldüğünüz olaylar hangileridir? sorusuna Banu Hanım: “Babam bu işin maddi manevi zorluğunu yüklendi şimdi rant uğruna bazı değerlerden vazgeçilmesine ve babamın emeğine üzülüyorum.” şeklinde bir cevap vermiştir.
Çok değerli Memur-Sen Ailesi özellikle konfederasyonumuzun lokomotif gücü olan Eğitim-Bir-Sen’li kardeşlerimiz, mücadelemiz asla kişisel veya bir ikbal mücadelesi değildir. Sendikayı menfaatleri doğrultusunda yöneten raf ömürlerini tamamlamış bir avuç rantiyecinin, bu soylu harekete daha fazla zarar vermelerine sessiz kalmayışımızdır. Akifçe bir duruş sergilememiz teşkilatımıza, emekçilere ve emeklilere olan sorumluluğumuzun bir gereğidir. İşte mücadelemiz bunun içindir.
Erdemliler hareketinin her bir mensubu, sendikamızı dava ekseninde ve kurucu değerleri üzerinden yeniden emekçinin, ülkenin ve ümmetin umudu yapmayı kendisine vazife edinmelidir. Bunun için davayı sadece dillerine ve esas gizli amaçlarına geçirdikleri kılıfa indirgeyenleri, Akif’ın koltuğundan indirmekte azimli, kararlı, inatçı ve inançlı olmalıdır. Teşkilatımızın özsuyu olan bir milyonun üzerindeki üye, Akif abinin biricik kerimesi Banu Hanımın üzüntüsüne daha fazla duyarsız kalmamalıdır.
“Ben ailenin tek çocuğuyum. Ancak tüm Memur-Sen’li hanımlar benim kardeşimdir.” diyen Banu Hanımefendinin: “Meydanın bu tip insanlara kalmaması için çabalamak gerektiğini ve iyi niyetli insanların da çokça olduğunu düşünüyorum. Davaya devam etmek gerektiğine inanıyorum.” sözlerine yürekten katılıyoruz. Bu sözlerin gereğini başta hanım kardeşlerimiz ve genç kardeşlerimiz olmak üzere tüm teşkilat mensupları yapacaklarına yürekten inanıyoruz.
Teşkilatın sahipleri yani büyük Memur-Sen Ailesinin 1 milyon 78 bin 831 özsuyu özüyle, sözüyle, benliğiyle, kalıbıyla ve kalbiyle geliyor, dayatmacı bir seçim sonucunda seçtiğiniz delegeler değil Efendi…
Hanefi Ertuğrul Çolak