TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ ÜZERİNE « Kamudan Ajans

SON DAKİKA

TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ ÜZERİNE


Bir eğitim modeli geliştirebilmek için öncelikle insanı ve eğitimi tanımlamak gerekir. Bu iki ana unsuru tanımladıktan sonra eğitim planımız için geçmiş tecrübemizi, bugüne dair ihtiyaçlarımızı ve gelecek tasavvurumuzu konuşabiliriz.

Bize göre insan madde ve mana, ruh ve bedenden oluşur. Eğitim ise en basit haliyle “bireyde istendik davranış geliştirme sürecidir.” Batı medeniyeti, insanın daha çok madde yani beden yönü ile bir diğer ifade ile hayvani ihtiyaçları ile ilgilenir. Özellikle dinin, kişinin kendi belirleyeceği, karışılmaz, uzak tutulması gereken alan olarak alınmasından sonra batı, daha çok insanın hayvani ihtiyaçlarına göre konumlanmıştır.

Eğitim bir tür içsel dönüşümdür. Kalıcı eğitim kişinin kendine verilen, aldığı, benimsediği veya ürettiği ne varsa ona değer verdiği zaman gerçekleşir. Bu yüzden insanı sadece maddeden ibaret zanneden yaklaşımlar, değerleri yok saymış, yanılmış ve insana yanlış yapmışlardır.

Bu temel ayrışma ülkeler arasında, hatta bizde olduğu gibi, aynı ülkede yaşayan ve bu iki farklı yaklaşımın tarafları arasında çetin bir mücadele alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durum bir nevi doğu ile batının mücadelesidir. Güçlü olanın belirlediği, zayıf olanınsa direndiği ve kendini korumaya çalıştığı bir döngü devam eder gider.

Ülkemizde de eğitim her dönemin şartlarından ziyadesiyle etkilenmiş ve taraflar arasında tam bir çekişme ve mücadele alanı olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, yüzünü batıya dönen genç devletimiz, batılı eğitimcilerin ürettiği içerik, kurduğu sistem ve yetiştirdiği öğretmenle “yeni bir ulus yaratmak” için kolları sıvamış, tarihine sırtını dönmüş, batıyı kurtarıcı ve medeni, kendini ise çağdışı ve geri olarak görmüştür. “Muasır medeniyetler seviyesine çıkabilmek” hedefi aslında bunu anlatmaktadır.

Gücü elinde bulunduran egemenlerin, geri kalmış ülkelerin eğitimlerini planlarken, onca para harcayıp eğitimci göndererek, UNICEF aracılığı ile müfredat yazarak, “Bunlar oldukça geri kalmış, öyle bir eğitim planlayalım ki gelip bizi geçsinler de yeniden dünyayı bize dar etsinler” diye aptalca davranmayacağını bilen feraset sahibi eğitimciler mücadeleyi bırakmamışlar. En zor zamanlarda, “bizim uşaklar başardı” dedikleri darbe dönemlerinde bile bu duruş sergilenmiş ve “yiğit düştüğü yerden kalkar” diyerek çareyi bu topraklarda aramıştır.

Batı bugün ürettiği bütün değerleriyle, kurduğu uluslararası örgütlerle ve temsilcisi olduğu medeniyetin söylem ve öğretileri ile insanlığa huzur getirememiş; sömürü, kan ve gözyaşı ile soykırımlarla, özellikle Gazze soykırımı ile dibe vurmuştur. Böyle bir dönemde eğitimden ekonomiye, bilimden dış politikaya bütün alanlarda en önemli ilkemizin “kendimize ait olan” olması artık mecburidir, hayati öneme sahiptir.

Başından beri özetlediğim gerekçelerle eğitimde, yeni bir eğitim felsefesine olan ihtiyacı uzun zamandır konuşuyoruz. Arayışımız çeşitli dönemlerde denenmiş ancak, ihtiyacımız olan derli toplu bir çalışma haline gelmemiştir. Pansuman tedbirler etkili olamamış ve bize ait bir içerikle eğitim yapma fırsatını bulamamışız.

Buradan, geçen hafta kamuoyu katkısına açılan, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline gelecek olursak yukarıdaki kaygılarla yola çıkıldığını hemen söyleyebiliriz. İnsana bakışı, hedeflediği insan tipi, eğitimi konumlandırdığı yer, beslendiği kaynak ile yeni, başka ve bize ait bir model diyebiliriz.

Modele, eğitim değeri olan eleştirilerin az, diğer kaygılarla yapılan eleştirilerinse bir hayli fazla ve şiddetli olduğuna şahit oluyoruz. Yeni modelin, kendilerinin de sahip olduğunu düşündüğümüz “erdem, değer, ahlak, vatanseverlik, merhamet, şefkat, iyilikseverlik, seçicilik…” gibi hasletleri, çocuklarına vereceği için mi eleştiriyorlar acaba? Aklı başında biri ortak değerlerimizi çocuklarımıza kazandırmayı amaçlayan programdan neden rahatsızlık duysun? +

Talat YAVUZyavuztlt@hotmail.com