TOPLUMSAL BUHRANLARIMIZ 1  « Kamudan Ajans

SON DAKİKA

TOPLUMSAL BUHRANLARIMIZ 1 


Şehit Said Halim Paşa, 19 Şubat 1864 de Kahire’de doğup, 5 Aralık 1921 de Roma’da 57 yaşında bir suikast ile şehit edilen Sadrazam-ı Âzam, Osmanlı devlet adamlarımızdandır. Görev yaptığı 12 Haziran 1913 ile 3 Şubat 1917 tarihleri arasında, fiili gücün İttihat ve Terakki ve özellikle de Talat Paşa-Enver Paşa-Cemal Paşa üçlüsü elinde olduğu belirtilir. Zat’ı âlîleri, Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın dört oğlundan biri olan Mehmet Abdülhalim Paşa’nın oğludur. 279.Osmanlı Sadrazamıdır ve Padişah V. Mehmed zamanında görev yapmıştır.  Sait Halim Paşa, ilk ve orta tahsilini Kahire’de özel olarak yapmış, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrenmiştir. Daha sonra İsviçre’de beş yıl siyasal bilgiler öğrenimi görmüştür.(1)

Eğitimi sonrası İstanbul’a gelmiş, Osmanlı Devleti’nde göreve başlamıştır. 1913’te 50 yaşında sadrazam olmuş, 1917 yılında sadrazamlıktan istifa etmiş, 1921’de 57 yaşında İtalya’da bir Ermeni komitacının silahlı saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmiştir… (2)

İslâmcı, ümmetçi görüşleri savunan, Osmanlı münevveri Said Halim Paşa’nın sosyolojiye ve siyasete ilişkin görüşlerini açıkladığı eserleri “Toplumsal Buhranlarımız ve Son Eserleri” adlı bir kitapta toplanmıştır. Meşrutiyet, Taklitçiliğimiz, Fikir Buhranımız, Cemiyet Buhranımız, Taassup, İslam Dünyası Neden Geri Kaldı ve İslâmlaşmak adlı yedi kitapta anlatılanlar bugün dahi bazı sorunlarımızın reçetesi kabilindedir. Sehit Sadrazam Said Halim Paşa’nın bu eserlerinde en fazla üzerinde durduğu konular batılılaşma, taklitçilik ve batıcı aydınlarımızdır:

Said Halim Paşa; “Fikrimizce bütün fenalıkları doğuran: Batı medeniyetini anlamadan taklit edişimizdir,” …bütün fenalıkların asıl kaynağı bir tanedir. Bu da: “Yabancı kanun ve müesseseleri alıp kabul ettiğimiz takdirde, yenilik ve ilerlemeye mazhar olacağımıza inanmak” hatasıdır, der. (Y.a.g.e s: 17-18)Düştüğümüz bu meş’um hatâ ise şudur: Biz, memleketimizin mesut olması için , Avrupa kanunlarını tercüme edip almanın kâfi geleceğini zannettik ve bu kanunların bizde kabul ve tatbik olunabilmesi için, onlarda yapılacak birkaç değişikliğin yeteceğini hayal ettik.

Maarifimizi ıslah etmek için de aynı şekilde hareket ettik. Tabiî elde edilen neticeler daha da zararlı oldu. Gayet kıymetli olan vakitlerimizi ve birkaç nesli kaybettikten sonra, bunca fedakârlıklara mâl olan şeyi de bozmak mecburiyetinde bulunuyoruz…

Bir memleketin müesseseleri ihracat maddesi olmadığı gibi, bunları ithâl etmek de pek utanç verici bir iştir. Böyle bir şeyi tavsiye edenler, bir milletin müesseselerinin ne demek olduğunu idrakten ve kendi memleketlerine karşı vazifelerinin neden ibaret olduğunu anlamaktan aciz olduklarını ispat etmiş olurlar. Böyle bir hareket, kendi imkân ve gayretlerimizle meseleleri halletmekten ve gayemize varmaktan âciz olduğumuzu da gösterir ki, ayrıca zillete sebep olur. (s:57)

… kendi kendimizi tanımamıza bile engel olan, bu taklitler ve iktibaslar vasıtasıyla, durumumuzu düzeltmemiz mümkün değildir. Bu gidişin sonu, ancak, elem verici bir sosyal kargaşa ve bir siyâsi anarşi olacaktır. Taklitçilik ederek, bundan başka bir sonuç alamayacağımızdan hiç şüphemiz olmasın. (s:58)

“Bugünkü geriliğimiz, varmak istediğimiz hedefin ne olduğunu bilmeyişimizin neticesidir. Milletçe yükselmek için, Batı medeniyetinden istifade etme lüzumunu duyduk. Bu düşünce, nasıl olduysa “Bunun için mutlaka Batılılaşmamız gereklidir” gibi yanlış bir kanaat doğurdu. İşte bütün gayretlerimizi faydasız ve güdük bırakan en esaslı yanlışımız bu olmuştur.  Bu yanlış kanaatten bir de: “Kurtulmak için, her bakımdan Batı milletlerini taklide mahkûmuz” fikri doğmuştur ki, bu öteki kadar kötü ve yersizdir. (s:72)

Birisi çıkıp da Almanlara, kurtuluşlarının ancak Alman kültür, medeniyet ve irfânını bırakmakla kabil olacağını söylemiş olsa; acaba nasıl bir karşılık görürdü? Böyle bir iddiada bulunan kimse “Alman”, hele bir “Alman ıslâhatçısı” sayılır mıydı?  (s:75)

İçinde ümitsizce çırpınıp durduğumuz şu elemli buhranın tek sebebi, Batı medeniyetine kayıtsız şartsız girmek ve kendi medeniyetimizi tanımamak isteyişimizdir. (s:79) Aydınlarımız, Batı’da şaşaalı, hoşa giden zevklerle dolu, parıltılar saçan bir medeniyet gördüler. Bu parlak medeniyetin aydınlık güzelliği ile gözleri kamaştı. Gördükleri bu güzel eserleri, o medeniyeti meydana getiren sebepler zannettiler. Batının yaşayışını, memleketlerine tatbik etmenin, dertlerine çare olacağına inandılar. (s:84) “…Batı hayranı bu aydınlar, sahte ilimleri ile cemiyete verdikleri zararlara son vermezlerse, neticede kendileri gibi, bu cemiyeti de Avrupa cemiyetlerinin bir asalağı haline düşüreceklerdir.” (s:71)

… anlayacağız ki: Dinsizlik denilen şey, Lâtin fikrinin düştüğü bir sapkınlık hâlinden ibaret olup, zannedildiği gibi, bir fikrî üstünlük alâmeti değildir. Yine öğreneceğiz ki: Her milletin millî kanun ve an’aneleri, üzerinde yaşadığı topraktan daha kıymetli bir “mânevî vatan” meydana getirirler. (s:78)

“…millî değerlerimizin ister bizim ihmâlimizle olsun ister bir darbe zoru ile olsun ortadan kalkması, esârete düşmemizden başak bir netice vermez. Ancak şu farkla ki, birincisinde isteyerek, ikincisinde istemeyerek esârete düşülmüş olur.” (s:79)

İnkılapçılarımızı bu kadar büyük hatalara düşüren şey şudur: Onlar memleketin siyasî vaziyetini istedikleri gibi değiştirmekle, sosyal durumunu da değiştirmeye muvaffak olabileceklerini zannettiler. (s:22)

Batılılaşmış aydınlarımızı kendi cemiyetlerinin nizamını reddetmeye sevkeden şey, esaslı bir bilgi ve araştırma neticesi değil, kendilerinin Batılılaşmış olmaları ve maddi zevklere karşı sınırsız bir hırs içinde bulunmalarıdır. (s:257)

Es-selam.

D E V A M       E D E C E K

Ömer Emir DOĞANomer.dogan.58@hotmail.com