BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE “AYAK OYUNU” « Kamudan Ajans

SON DAKİKA

 BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE “AYAK OYUNU”


 

İki bin yirmi yılı başı itibariyle, bu tarih öncesinde olduğu kadar vaktimizi ve de nakdimizi çalamasa da futbol diye İngilizlerin “ayak oyunlarının” başında gelen bir “spor” dalı var dünyada.   Son dört ayda tüm dünyayı evlere hapseden, hadsizlere had bildiren, her canlının mutlaka tadacağı ölümü hatırlatan “koronavirüs” belası, insanların cem olduğu hemen her şeyi yasaklattığı gibi bu spor müsabakalarını da yasaklattı.  İnsanları insanlığından, Müslümanlığından alan bazı eylemlerin de bu bağlamda yasaklanmasından memnun olan bir Arap Müslüman’ın “Şükran Korona” videosu da Allah’ü-ağlem yüzbinlerce defa paylaşıldı ve virüs günlerinin bazı erdemleri yeniden hatırlattığından mütevellit, durumdan belli hoşnutluklar da dile getirildi.

 

Grigoriy Petrov 1866-1925 tarihleri arasında yaşamış,  gazeteci, yazar ve aynı zamanda papaz olan bir Rus. Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı kitabın da müellifi. Kitap içerisindeki bölümlerden biri de futbol başlıklı ve bu bölümde Johan Vilhelm Snellman’ın görüşlerine yer verilerek,  bir İngiliz sporu olan futbola dair düşünceleri aktarılmakta.

 

Napolyon’un Rusya üzerine yürümesi ve Moskova’ya kadar ilerlemesine rağmen burada yenilerek geri çekilmesi üzerine İngilizler tüm Avrupa’yı Napolyon’a karşı ayaklandırarak O’nu esir alıp Saint-Helene Adası’na sürgüne gönderirler. Bu sonuçtan dolayı Avrupa da bir “İngiliz Hayranlığı” zuhur eder, İngiltere’nin her şeyi moda olarak taklit edilir. “İyi mukallit aslını yüceltir” diye bir sözümüz olmasına rağmen tıpkı bizim yaptığımız gibi; sigara, içki içme, kaba konuşma gibi olumsuzluklar da taklit edilir. At yarışlarına büyük paralar yatırılır, viskiler içilir, İngiliz modasına uygun giyilir, saçlar bile İngilizler gibi kestirilir. Bu süreçte gençler de kendilerini İngiliz sporlarına, yazarın deyişiyle daha da kötüsü futbola kaptırırlar. Anlatıldığına göre o günlerde;

 

“Eğitimlerini henüz tamamlamamış olan Avrupalı gençler arasında futbol âdeta bir din haline gelmişti. Diğer ülkelerin gençliği de bu durumdan etkilenerek futbolu ibadet gibi görmeye başladılar. Bundan daha da fazla zevk alanlar futbolu bir bilim, sanat dalı olarak görmeye başlamışlardı.

 

Sokaklardaki halkı heyecanlandırarak geçimini sağlayan boş kafalı, cahil bazı gazeteciler, gençliğin bu yeni tutkusunu kışkırtıp sömürmeye başlamışlardı. Futbol için ayrıca köşe yazarları yazılmış; sığır bacağı gibi güçlü bacakların yeteneklerinden uzun uzadıya bahsetmek de artık gazetecilikten sayılır olmuştu.”

 

“Halk Öğretmeni,” “Bir Yükseliş Önderi” olarak adlandırılan Filozof Johan Vilhelm Snellman döneminde Finlandiya’da da aynı şeyler yaşanmış. “Bom boş kafa, boş zamana sahip olan Fin gençleri arasında futbol en ciddi uğraş, hatta dinsel uğraş haline gelmişti… Futbol bütün neslin düşüncelerini, duygularını egemenliği altına almış hastalık gibi olmuştu… “Manda ayağı güçlü bacak” o günlerin iftihar kalıbı olmuştu”…

 

Snellmann ve arkadaşları, zeki beyinlerin yerine, güçlü manda ayaklarının oluşmasına razı olmayarak; kolları, bacakları sertleşmiş olan bu gençlerin ülke kalkınmasındaki faydalarını sorgulamışlar. Snellman, bir zamanlar İspanya’da bazı insanların hayalî şövalye romanlarıyla akıllarını bozup şövalyeleri taklit etmesiyle düştükleri gülünç durumları, Cervantes’in ünlü ‘Don Kişot’ romanında nasıl daha gülünç hâle sokarak anlattığını herkese hatırlatıyor ve Snellman ve arkadaşları çözümü, Cervantes’in yaptıklarının aynısını yapmakta buluyorlar. “Futbol mikrobuyla mücadele, aynen veba, kolera, ateşli humma mikroplarıyla mücadele etmek gibiydi. Hatta topluma, millete musallat olan manevi mikroplar, gerçek mikroplardan daha da tehlikeliydi… Karşımıza şimdi bir de düşünce sıtması, irade veremi, ruh sıtması gibi hastalıklar çıkmıştır. Ruhsal bozukluklar, nerdeyse tüm ülke gençliğini etkisi altına almıştır. İlerleyen yıllarda topluma yararlı işler yapmak için hayata atılacak olan gençlerimizin ruhsal hastalıkların pençesine düşmesine göz yumamayız. Bununla mücadele etmemiz gerekirlidir. Bizim idealimiz bacakları öküz ayağı gibi güçlü ama beyinleri koyun beyni gibi zayıf insanlar değildir” diyor. Futbolun, Finlandiya’daki ilerleyişinden heyecanlanan gençlere katılmadığını ifade eden Snellman, “Güçlü Düşünce, Yüksek İşler, Yüce Girişimler, Sağlıklı Hayvancılık, En İyi Tarım, Kaliteli Kumaş, Temiz Vicdan, Yeni Fikirler, Mekanik Başarı, Müreffeh Millet… gibi isimler taşıyan teşkilâtlar, dernekler kurulmasını arzu ettiğini belirtiyor. Yalnız şutlarla değil; bilim, sanat, hukuk, sanayi, teknoloji, ticaret,  kalkınma alanlarında da galip gelmeleri gerektiğine dikkati çekiyor. “Karşıdan gelen topa vurmak için sağlam bir kafa gerekir. Ancak biliniz ki en sağlam kafaya koç sahiptir. Ben koç kafasının, Fin gençliğinin iftihar edebileceği bir şey olduğunu sanmıyorum… Öküz bacaklarını düşünürken, Sokrates’in kafasını da unutmayınız…

 

Ey Fin Gençleri!

Sizin vazifeniz, şutla topu yükseklere atmak değil, Fin milletinin haysiyetini, şerefini yükseltmektir. Sevgili vatanımızı her alanda ileri taşımaya, her alanda refahını arttırmaya gayret etmektir” diyor. Fazlası için; “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitabın ilgili bölümünden istifade edilebilir.

 

İspanyol Diktatör General Franco’nun, Pertekizli Diktatör Salazar’a “ben bu halkı yüz elli bin kişilik beşiklerde uyuttum. Sen de saltanatının devamını istiyorsan stad yap ve futbol, fieste, fado(3F) kuralını uygula dediği bilinir. Snellman öldüğünde Franco 35-40’lı yaşlardaydı. İkisi de Avrupalı. Biri halkını uyandırmak için ‘ayak oyunundan’ uzak durmayı diğeri de halkını uyutmak için ‘ayak oyununu’ tavsiye ediyor.

 

Snellman’ı can kulağıyla dinleyip, dinlediklerini hayatlarına ikâme ettiklerinden midir nedir bilmem ama Finlandiya, eğitim alanında günümüzde Dünya birincisi desek yeridir. Geçtiğimiz yıllarda ünlü Amerikalı yönetmen sanırım Michael Moore’du, Fin eğitim sistemini filme alıp paylaşmıştı. Amerika ile Finlandiya kıyaslanmaz bile. Ama bu küçücük ülke eğitim alanında adından çok sık söz ettiriyor ve eğitim anlayışlarına dair sürekli yazılıp-çiziliyor. Ülkeler bu ülkenin eğitim sistemlerini anlamak için heyetler gönderiyorlar, buradaki modelleri, uygulamaları taklit ediyorlar lâkin çok da işe yaradığı söylenemez. Acaba nerede hata yapıyorlar? Belki de Snellman gibi başlamak gerekiyor.

 

Es-selam.

Ömer Emir DOĞANomer.dogan.58@hotmail.com