Beyaz yakalı, kravatlı, takım elbiseli modern şövalyeler « Kamudan Ajans

SON DAKİKA

Beyaz yakalı, kravatlı, takım elbiseli modern şövalyeler

Derin Tarih Aralık sayısında Fransız soylusu Hugues de Payens tarafından 1118 yılında Kudüs’e gelecek Hıristiyan hacıların can, mal ve yol güvenliğini sağlamak üzere kurduğu Tapınakçıların yüzyıllar içinde nasıl efsaneleştiğini ele alıyor.


Web Banner

Tapınak Şövalyelerinin serencamında Avrupa aydınlanması ile Avrupa’nın mimarî, fikrî ve mezhebî yapılanmasındaki rolü girift ve iç içe bir yapı oluşturur. Tapınakçıların Papalık’tan ve asilzâdelerden aldıkları görevle başlayan çalışmaları, yörenin kadim toplulukları ile irtibatları ve kültürel alışverişleri, kutsal topraklardan kovulmalarından sonra etkisini Avrupa kıtasında sürdürmüştür.

Tapınakçılığa inisiye/giriş töreninde açlık ile yoksulluğa dayanıklılık ve namuslu davranma yemini vardı. Ayrıca mensuplar saçlarını kesmek mecburiyetindeydiler. Diğer insanlardan ayırt edilmeleri için sakallarını kesemezlerdi. Beyaz rahip elbiseleri ya da zırh üstüne rahip elbisesiyle pelerin giyilirdi; onlardan başka kimse beyaz elbise ve harmanî giyemezdi.

Papadan başka hiç kimseye karşı sorumlu değillerdi. Hıristiyanlığa ve Hıristiyanlara kendilerini adayan bu kişilerin gelişimi, çok hızlı ve parabolik bir seyir izliyor; asil aileler çocuklarını bunların yanına vermek için can atıyordu. Tarikata Hıristiyanlardan para, gayrimenkul ve arazi akıyordu. Çünkü tarikata dahil olmak kolay değildi; kişinin bütün mal varlığını buraya bağışlaması gerekiyordu. Kısa sürede Avrupa ülkelerinde geniş arazilere sahip oldular.

Çok disiplinli olan bu savaşçı keşişler, gözü karalıkları sayesinde savaşlarda yararlı işler çıkardılar. 2. Haçlı Seferi’ndeki bozgun onlar sayesinde önlenmişti. Avrupa’nın her ülkesinde örgütlenen Tapınakçılar, sorunların çözümünde de arabulucu ve anahtar role sahiptiler. Bütün dinî tarikatların başı olarak büyük üstat parlamentolara çağrılır, görüşü sorulurdu. İngiliz kralları sık sık büyük üstadın evinde kalırdı.

Haşhaşîlerden taktik öğrendiler

Daha da şaşırtıcı olan, İslam dünyasıyla ilişkileri ve Müslüman hakanlardan gördükleri ilgi Hıristiyanlardan fazlaydı. Hasan Sabbah’ın Haşhaşî fedaîleri ile gizli ilişki içinde olup onları vergiye bağlamışlardı. Kendilerinden zehirleme ve suikast tekniklerini öğrendiler ve bu teknikler sayesinde birçok Fransız kral ve yardımcısını öldürdüler. Papa XI. Benedict’i de zehirleyerek öldürdüklerini biliyoruz. Ayrıca civar topraklarda yaşayan Müslüman ve Yahudilerden ticarî ve kültürel anlamda birçok yenilik öğrendiler.

İlk başlarda varılabilecek en yüksek mevkide görülen, herkesin gıptayla baktığı Tapınak Şövalyeleri zamanla karanlık ve gizli gündemi olan bir topluluğa dönüştü. Kuruluşlarından bir asır kadar sonra kibir ve gurur sarhoşu oldular. Krallara ve asillere dahi küstahça davranır hale geldiler. Bu savaşçı keşiş tarikat, savaşmaktan ziyade diplomasi ve ayak oyunlarından güç devşirmeye çalışıyordu artık. Asillerin verdikleri himmet paraları ve tımarlar ile iyice semirdikleri gibi hem Avrupa, hem de Müslüman devlet adamlarına borç verir hâle gelmişlerdi. Hatta bugünkü mânâda modern bankacılık ve kredi kartı sistemini o zamanlar kurmuşlardı diyebiliriz. Kudüs’e gitmek isteyenlere yolların güvenli olmamasından dolayı verdikleri şifre ile başka tarikatların da parasını çekme fırsatı bulmuşlardı.

Haklarında şeytana taptıkları, ahlâksız işler yaptıkları, Haç’a tükürdükleri, Hz. İsa’yı tanımadıkları gibi tutuklamaya mesnet olacak birçok tevatür dolanıyordu. Küstahlık ve kibir kutsal topraklardaki uzun barış dönemini bitirdi ve Hıttin’de Müslümanlara yenildiler. Kılıç artıkları önce Akka’ya, ardından Kıbrıs’a, Girit’e, Malta’ya ve en sonunda Avrupa’ya çekilmek zorunda kaldılar. Papalık mallarını müsadere etmek isteyince, Tapınakçıların Büyük Üstadı, Papa IV. Philip’in makamından feragat ederek kendilerine katılmasını isteyecek kadar ileri gitti. Sonunda Papa Clement bütün Tapınakçı mallarının müsadere edilmesi ve hepsinin tutuklanması kararını alarak öldürücü darbeyi indirdi.

O dönemden bugüne şövalye sırlarından bir kısmı ortaya çıksa da -batınî felsefe ile ilgili olduğu söylenerek- bazıları açığa çıkarılmamıştır. İşte bu sırların daha sonra masonluğa geçtiği tahmin edilir.

Takım elbiseli Tapınakçılar

Tarikatın geçirdiği zor günlerde, Büyük Üstadın yaptığı büyü dolayısıyla bazı önemli kişilerin ölmesi, tarikatın mistik ve batınî güçlerden yardım aldığı inancını yaygınlaştırmıştı. 18. yüzyılda bazı gizli mason teşkilâtları, Tapınak Şövalyelerinin kendilerinin mistik öncüleri olduklarını ileri sürdüler. Bazı masonik ayin ve ritüellerin Tapınakçılarınkiyle aynı olduğu iddia ediliyordu. Masonlar da sırlarını ve âyinlerini bu tarikattan aldıklarını gizlemiyorlardı. Hatta bazı mason locaları, “Tapınak Şövalyesi” derecesini kabul etmiş, âyinlerinde bu unvanın kendilerine tarikatın ilk zamanlarından miras kaldığını söylemişlerdi. Kimi uzmanlar batınî ve ezoterik geleneği prensip edinen biraderlik kuruluşlarının ilham kaynağının da Tapınak Şövalyeleri olduğunu öne sürerler.

Şövalye üstatlarının bazılarının oymacılık ve çeşitli sanat dallarında uğraştıklarını biliyoruz. Tarikat hiyerarşisinde yer alanlar da simya, astroloji, geometri ve sayı bilimine hâkimdiler. Bunun dışında yaşadıkları devrin dinî ve politik sırlarına vakıf oldukları kesindir. Bunu engizisyon kayıtlarından anlamak mümkün! Kudüs’ün fethi ertesinde Süleyman Tapınağı’nda başlattıkları araştırmalar da mühimdir. Tapınak daha önce Romalı lejyoner Titus tarafından yağmalanmış, hazineler Roma’ya taşınmıştı. Haçlıların fethi sonrasında o bölge hazineleriyle temayüz etmişti. Peki neden? Yoksa Romalılar tapınağı yağmalarken bilmedikleri, farkına varmadıkları ve bıraktıkları daha önemli hazinelerle bilgi kaynağı olabilecek kalıntılar vardı? Velhasıl bu yerin Tapınakçılara tahsis edilmesi tesadüfî değildi.

Muhtemeldir ki Filistin’in fethiyle başlayan safhada, Hıristiyanlar mühim bir bilgi kaynağına ve kendilerince mukaddes eşyalara bu vesileyle sahip oldular. Bu değerli eşyalara ve hikmetli denilebilecek bilgiye bazı nüfuzlu asiller hâkim oldu. Altın, gümüş ya da el yazması hazineleri bulundurma Avrupa’da potansiyel bir güç olmayı da beraberinde getirdi. Bu hazine kaynağı Avrupa’da 1104’te yapılan gizli bir konsül toplantısında rapor edilip tartışıldı. Sonradan bazı asiller -Champagne Kontu- bu gizli kaynağı yerinde görmek, belki de araştırmaları başlatmak için Filistin’e gitti. Filistin’e aralıklarla ziyaret gerçekleştiren asiller, Avrupa’ya döndüklerinde Tapınak Şövalyeleri ve buna bağlı tarikat ağını yaygınlaştırma kararı aldılar. Peki, bu asiller Filistin’de ne bulmuşlardı? Ve Filistin dönüşü niçin Tapınakçıların tarikat ve şövalye ağını yaygınlaştırma ve tımar bağışlama kararı almışlardı?

Bütün bu zenginlikten Avrupa’da birkaç asilden başka kimsenin haberinin olmaması ilginç değil mi? Bu bilgiyi sınırlı sayıda tutmaya neden karar verdiler? Tapınakçı karargâhını niçin hazinelerin bulunduğunu düşündükleri Süleyman Tapınağı’nın üstüne kurdular? Neyi ellerinin altına ve güvenceye almayı düşündüler? Bu sorular hâlâ cevapsız fakat kesin olan bir şey var ki, Tapınak Şövalyeleri Kudüs’te elde ettikleri Hıristiyan teolojisi açısından zengin bulguları Avrupa’daki asillere iletmişlerdi. Dahası, bu hazinelere sahip olanların soyundan gelenlerin meşru olabileceğini iddia ettiler. Belli ki bu güç ya da sır her neyse, Hz. İsa’ya teşmil edilerek idarede kan ya da soy bağı oluşturdu. Günümüzde ise bütün dünyada nüfuzlu, güç sahibi ve gelecek vaat eden kişiler teşkilâtın bünyesine alınarak beyaz yakalı, kravatlı, takım elbiseli bir nevi modern Tapınakçı tipine dönüştürüldü.

Web Banner
Web Banner